
Fâtiha kelimesi sözlükte açan olarak tanımlanmaktadır. Fâtiha yerlerin ve göklerin şifresidir. Kur’ân-ı Kerîm’de Fâtiha Sûresinin bulunduğu ilk sayfa numaralandırılmamıştır. Kur’an-ı Kerim’in ilk numaralı sayfasında Bakara Sûresi vardır. Fâtiha Sûresi neden numaralandırılmamıştır? Cenâb-ı Hakk, Hicr Suresinin 87. âyetinde Hz. Peygambere; ”وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ“ “Andolsun ki biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve yüce Kur'an'ı verdik.” demektedir. Bu durum Fâtiha’nın başlı başına bir kitap, Kur’an-ı Kerim’in de başlı başına bir kitap olduğunu göstermektedir. Peygamberimiz (as); “Fâtiha tek başına İsa’ya verilen İncil’e bedeldir.” Ayrıca “Kur’an’ın en uzun değil ama en büyük sûresidir.” buyurmaktadır. Bir gün gelir de bu dünyada Fâtiha Suresi okunmaz olursa işte o gün sistem açılmaz, kilitlenir. Çünkü sistemin anahtarı Fâtiha’dır. Bu yüzden sürekli okunmaktadır. Namaz kılanlar günde en az kırk defa bu sûreyi okurlar. Bu yüzden Fâtiha’ya ‘çok tekrarlanan yedi âyet denilmiştir.
Bismillahirrahmanirrahim
Fâtiha’ya
başlarken mutlaka; اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ denilmektedir.
Buna Eûzü Besmele çekmek denir. Namaza الله أكبر (Tekbir) diyerek durduğumuzda سُبْحَانَكَ
duasını (Sübhaneke) okur akabinde Eûzü Besmele çekerek Fâtiha’yı okumaya
başlarız. Yani Eûzü Besmele çekip Sübhaneke duasını okumayız.
اَعُوذُ (Eûzü); ben
sığınıyorum demektir. Kime sığınıyorum? بِاللّٰهِ (billahi); Allah’a. Kimden sığınıyorum? مِنَ الشَّيْطَانِ(mineşşeytan);
Şeytandan. Neden sığınıyoruz? Çünkü şeytandan ancak Allah’a sığındığımızda
kurtulabiliriz.
Kur’ân-ı Kerîm’in manasına fitne sokmak mümkündür.
Nitekim bütün tahrifat Allah’ın gönderdiği dinlerin kutsal kitabının üzerinden
yapılır. Tevrat’ı manasını bozarak, İncil’i ise lafzını bozarak tahrip
etmişlerdir.
الرَّج۪يمِ (er-racîm) kelimesi her ne kadar kovulan olarak çevrilse de doğru mana “taşlanan” şeklindedir. Çünkü kovulan kelimesiyle şeytan ajite ediliyor. Bu Batıdan gelen sinsi bir manadır. Onlara göre (Yahudilik ve Hristiyanlık) şeytan bir melektir. Onun için Müslümanlar da şeytanı melek zannederler. Hayır! Bu bir tezgahtır. Taşlanmış -recm edilmiş- olan şeytandır. -Şeytan; her hac döneminde taşlandığı için öyle denir-. Hiçbir kul hiçbir beşer kendi aklıyla şeytanı alt edemez. Buna gücü yetmez. Dolayısıyla mutlaka şeytandan Allah’a sığınmak gerekir. Şeytandan ancak Allah’a sığındığımızda kurtulabiliriz.
Fâtiha’nın
birinci ayeti şöyledir; اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
(Elhamdü lillâhi
rabbil’âlemin)
اَلْحَمْدُ;
Hamd kelimesi hiçbir dile çevrilemez. Çünkü hamd fiilinin kul için kullanılan
bir manası yoktur. Dünyanın hiçbir
dilinde hiç kimseye hamd edilmez, şükreder/teşekkür eder/rica eder/özür diler.
Sadece Allah’a hamd edildiğinden diğer diller bu kelimeyi çeviremiyorlar.
Binaenaleyh dinin yarısı hamd’dır ve sabredilmesi ve şükredilmesi gerekenlerin
her ikisinin ortak eylemidir. Sadece şükretmek için değil sabredilmesi gereken
musibetlere de hamd edilir. Bunun için ‘الْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى كُلِّ حَالٍ “Her
hâlde Allah’a hamd olsun” denilir. Efendimizin bir diğer adı da Ahmed’dir. İnsanoğlu
hamd etmekle mükelleftir. İnsan hamd ede ede hamdın zirvesine geldiğinde Ahmed
olur. Ahmed, Arapçada ism-i tafdildir; en çok hamd eden demektir. Sonrasında en
çok hamd eden, hamd olunana dönüşür. O seviyeye ulaşan Efendimiz (as) Mahmud
olmuştur. Bu makama Makâm-ı Mahmud denilmektedir. Her ezan duasında okuduğumuz;
“أَللّٰهُمَّ رَبَّ هٰذِهِ الدَّعْوَةِ التَّآمَّةِ وَالصَّلاَةِ الْقَآئِمَةِ اٰتِ
مُحَمَّدًا الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذ۪ى وَعَدْتَهُ“
Makâm-ı Mahmud; şefaat yetkisine sahip olma makamıdır. Efendimiz şöyle
buyuruyor; “Her kim müezzinle birlikte ezanı tekrar ederse
akabinde bu duayı okursa ahirette ona şefaat edeceğim.” Peygamber
Efendimize hamd kökünden türeyen Mahmud, Ahmed, Muhammed isimleri verilmiştir. Muhammed;
çok hamd olunmuş anlamındadır.
Sadece Allah’a
hamd edilir. Allah kimdir? Allah kitabın en başında kendini anlatmaya başlıyor.
Kur’an-ı Kerim’de Allah lafzından sonra ilk isim olan “Rab” geçiyor. Yani kitap
Rab ile başlar. Nasıl biter? مَلِكِ النَّاسِۙ ve اِلٰهِ النَّاسِۙ diyerek biter.
Cenab-ı Hak
kitabına Rab ile başlayıp altı yüz sayfa devam ettikten sonra kendine Melik ve
son olarak İlah diyerek bitirdi. Rab, terbiye eden demektir. Osmanlıcada
terbiye eden bayana mürebbiye denir. Günümüzde Milli Eğitimin bünyesinde, talim
ve terbiye vardır. Öğretim; talim demektir, eğitim; terbiye demektir. Bu
durumda Allah ne oluyor? Eğiten. Bir çocuk en çok kimden korkar? Annesinden.
Çünkü o annesine güvenir. Ondan öğrendikleri hiçbir zaman tartışılmazdır. İnsan
büyür, okur, gelişir. Yaşlandığında tekrar annesinden öğrendiklerine döner. Yani
başladığı yere döner. Orta yaşlarda ise kanundan-devletten çekinmeye başlar. O
zaman Melik devreye girer. Yani Kral. Yani otorite. Artık terbiye edenin etkisi
kalmamıştır. Ama eğer siz eğitim sürecinin sonunda İnsan-ı Kâmile ulaşmışsanız işte
o zaman devletten de korkmazsınız. Sadece Allah’tan korkarsınız.
Hamd Allah’a aittir. O öyle Allah ki Âlemlerin
Rabbidir. Rab, terbiye edendir, eğitendir, insana değer katandır. Hamde layık
olan kimin Rabbidir? الْعَالَم۪ينَۙ Âlemlerin Rabbidir. Bu âlemler neresi?
Nerede başlayıp bitiyor? Biz neye âlem diyeceğiz?
Bize evren hakkında bilgiler NASA
tarafından aktarılıyor. Bilindiği gibi Güneş sisteminde 9 gezegen 1 güneş var.
Büyüklü küçüklü gezegenler Güneş etrafında tur atmaktadır. Dünya, Güneş
etrafında dönerken kendi etrafında da dönüyor. Kendi etrafında bir tur
döndüğünde bir gün, Güneş etrafında bir tur döndüğünde bir tam yıl oluyor.
Güneşe daha yakın olanlar bir turu daha hızlı, daha uzak olanlar daha geç
tamamlıyor. Buna Güneş Sistemi diyoruz. Bize öğretilene göre; aslında Güneş bir
yıldızdır. Güneş, Samanyolu galaksisinde mevcut olan sayısı iki yüz elli milyar
olduğu tahmin edilen yıldızlardan bir tanesidir. Güneş bize en yakın aynı
zamanda Dünya’nın ısı ve ışık kaynağı olan yıldızdır. Ait olduğumuz Samanyolu Galaksisinde
Güneş gibi iki yüz elli milyar yıldız daha vardır. Her biri tıpkı Güneş gibi
hem kendi hem de bir büyüğünün etrafında dönüyor. Güneş ise Samanyolu Galaksisinin
merkezi etrafında dönüyor. Güneşin bir
turu ne kadar zamanda tamamlanıyor? NASA’ya göre; Saniyede 220 km yol alarak, iki
yüz elli beş milyon yılda tamamlanıyor.
“Güneş kendi yörüngesinden 16 derecelik
bir sapma ile yörüngeden çıkmış vaziyette dönüyor, bir gün gelecek Güneş
karadelik tarafından yutulacak ve bizim ait olduğumuz sistemin kıyameti
kopacak.” Bunu ifade eden Stephen Hawking’dir. Samanyolu galaksisinde
iki yüz elli milyar yıldız var. Samanyoluna en yakın galaksi olan Andromeda Galaksisi
gibi kozmos, evren ya da âlem dediğimiz yerde dört yüz milyar galaksi var.
Gördüğümüz en yakın yıldızın aslında kendini değil tam dört yıl önceki görüntüsünü görüyoruz. Işık hızıyla gelmesine rağmen yıldızı birebir göremiyoruz. Işığının gözümüze dört yıl sonra gelebileceği kadar uzak mesafede duruyoruz. Stephen Hawking Paralel Evrenler Teorisinde bu âlemlere paralel yedi âlem daha olduğunu ve bir âlemden diğer âleme kara delik vasıtasıyla geçildiğini söylemektedir. Diğer âlemlerde bu tür hareketler olmadığı için orada zaman da yoktur. NASA, bilim, uzay bu şekilde ifade ediyor.
Bizlere din bu konuda ne söylüyor? Çünkü önemli olan Allah’ın neyi nasıl tanımladığıdır. Kur’an’ı Kerim, Fâtiha Sûresinde “Âlemlerin Rabbi” diyerek başlıyor, bu âlemler neresidir? Bilim insanlarına göre yedi tane paralel evren vardır ve bunların her biri bir âlemdir. Kur’an’ı Kerim’in üçüncü sayfasında اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءًۖ ayeti yer almaktadır. Yani, “O, arzı size bir döşek ve göğü de bir bina kıldı.” (Bakara 2/22) Arz; sema kadar büyük bir yerdir ama başladığı ve bittiği yer bilimsel olarak söylenemez. Kur’an-ı Kerim’de Dünya ayrı arz ayrı zikredilir yani aynı manada değillerdir. Âlemlerin en altında arz vardır. Arzında en altında dünya vardır. Ama biz dünyadan bakınca yukarıda boşluk görüyoruz. Gündüz bulutları gece ise yıldızları görüyoruz.
Allah diyor ki; “وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَ” “Andolsun ki, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık.” (Mülk 67/5). Ya Rabbi sana göre âlemler nerede başlayıp nerede bitiyor? Allah’ın sıfatlarının bile bulunmayıp sadece zatının bulunduğu bir âlem var. Bu âleme, Âlem-i Davud denilmektedir. Orada hareket yok, varlık yok, yaratma yok, hiçbir şey yok sadece İlah vardır. Sonrasında ikinci âlem olan Âlem-i Ceberût vardır. Hz. Peygamberin nurunun yaratıldığı âlemdir. Artık yaratma başlamıştır orada hareket vardır. Daha aşağıda üçüncü âlem Âlem-i Melekût (Melekler alemi) vardır. Üst sınırında Levh-i Mahfûz, Sidret’ul Müntehâ vardır. Burası Mirac Gecesinde Cebrail’in Efendimizi götürdüğü ve “Vallahi bir boğum ilerlesem yanarım.” dediği âlemin üst sınırıdır. Sonrasında insanlar ve cinler âlemi olan Âlem-i Nâsût vardır. Normal atomlardan yaratılan bütün varlıklar buradadır. Diğer âlemdekiler nurdan yaratılmışlardır ve orada madde yoktur. Eşya-nesne-obje adına ne derseniz deyin, onların bulunduğu âleme; Âlem-i Nâsût denir. Bunu dışında Âlem-i Berzah ve Âlem-i Ervah da vardır. Şeyhu’l Ekber dediğimiz İbnü’l Arabi diyor ki; “Âlemlerin sayısı on sekiz bindir.” Mevlidlerde O’nun için; On sekiz bin âlemin Mustafa’sı (s.a.) deniyor. Bu âlemler keyfiyetini bilemediğimiz âlemlerdir. Çünkü bu tür bilgiye ne aklımız dayanıyor ne tecrübemiz var ne de biri bize anlatabiliyor. Bu âlemlere Hızır’la (a.s.) gidiliyor. Mevlâna Halid-i Bağdâdî (Nakşi Bağdadi kolunun kurucusudur.); “Âlemleri bana Hızır gezdirdi.” demiştir. Bu gezinin mahiyeti nasıldır? Eğer insanoğlu sadece yeme içme barınma ve çiftleşme için -ki bu duygular diğer canlılarla eşit olduğumuz duygulardır-dünyaya gelmiş olsaydı; o tür yaşamda kalite bulunmaz ve bu şekilde hiçbir yere varılamaz hatta bazen vahşileşmek söz konusu olabilir diyebiliriz. Kur’an-ı Kerim’in ifadesine göre; “Onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar gidişçe daha da sapıktırlar.” (Furkan,44.). Bir avcı hayvan, bir sürüye dalıyor birini avlıyor diğerlerine dokunmuyor. Ama insan hepsini öldürüyor ayrıca geri kalanını da kışın tüketmeyi planlayıp, stokluyor. Hayvan; Nasılsa bana bunu veren Allah bir tane daha verecektir. Ama insan; ya bir daha bana verilmezse diye düşünüyor. O zamanda hayvandan daha aşağı oluyor. Eğer insan ;“Ben bu düzeye razı değilim. Ben sıradan bir mahluk olarak yaratılmadım. Madem ki din ile hayatıma kalite giriyor ve Eşref-i Mahlûkât oluyorum.” Diyebilirse, bu onu hayvandan ayrıştırır. Çünkü insan, Allah ye dediğinde yer, yemeyeceksin dediğinde yemez, içmez. İnsan; Ûli’n-Nühadır yani kendisine yasak getirebilen varlıktır. Hiçbir duygusuna “Hayır” diyemeyen tanım dışı kalmış demektir. Bazılarının sadece Allah’ın emirlerine “Hayır” demeleri enteresandır. İnsana; “Hoşça bak zâtına, kim zübde-i âlemsin sen. Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” (Şeyh Galip). Yani sen âlemin özüsün, bütün bu âlemler aslında senin içinde toplanmıştır derler. Bu olgunlaşma nasıl olabilir? Bu ancak Seyr-ü Süluk ile mümkündür. Nefis mertebelerinden oluşan bir piramit düşünelim. En alt katmanda Nefs-i Emmare yer alır. Her insan Nefs-i Emmare sahibidir. İnsan bu nefisler piramidinin en üstüne çıkınca, Nefs-i Kâmile ulaşır. Bu İnsan-i Kâmil olduk demektir. Arada aşmamız gereken duraklar şunlardır; Nefs-i Emmare, Nefs-i Levvame, Nefs-i Mülheme, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Radıyye, Nefs-i Merdiyye. En son Nefs-i Kâmile olursunuz.
Nefs-i Emmare; canın istediği her şeyi yapmayı emreden nefistir. Her zaman kötülüğü emreder. Herkesi kınar, tenkit eder, eleştirirsiniz. Başkasını eleştirmek Nefs-i Emmare göstergesidir. Kendini eleştirebiliyorsan o zaman Nefs-i Levvame olursun. Peygamber Efendimiz (as) “Kendi kusurları ile meşgul olup, insanların ayıplarını görmeye fırsat bulamayan kimseye müjdeler olsun.” buyurmaktadır. İşte bu insanlığın ikinci kademesidir. “Ben hepinizden kötüyüm.” diyebiliyorsanız, siz yavaş yavaş olgunlaşıyorsunuz demektir. Geçen haftaki dersimizde söylediğimiz gibi; kol kanat kırılmadan bu kapıdan geçilmez. Burnun sürtülecek ki içindeki ‘Ben’ ölsün ve Allah başlasın. İnsana yavaş yavaş sır verilmeye başlanınca, Nefs-i Mutmainneye ulaşır. Bu cennete gireceği aşamadır. Nefs-i Radıyye; “Her gelen Allah’tandır ve ben O Allah’tan razıyım.” diyebilince başlayan mertebedir. Hz. Yusuf’u kardeşleri, ölmesi için kuyuya attılar. Sonrasında kuyudan kurtuldu ve Mısır’a gidip orada hazine bakanı oldu ama o kadar güce ulaşmasına ve babası Hz. Yakub’un hâlâ onu arıyor olmasına rağmen, “Baba, ben Mısır’dayım artık bu gözyaşın dinsin.” diyerek haber göndermemesinin sebebini sordukları zaman, “Benim başıma geleni hâlâ kardeşlerimden biliyor da onun için.” cevabını veriyor. “Allah istemeseydi onlar beni kuyuya atamazdı” diye düşünüyor. Bu çok ince bir noktadır.
Bir gün Efendimiz Hz. Ebubekir’i çağırdı. “Ey Ebu Bekir, Allah sana selam söylüyor. “Ben Ebu Bekir kulumdan razıyım o da benden razı mı?” buyuruyor. İşte bu an, aklın sıvışıp gittiği andır. Ebu Bekir; “Vallahi razıyım, billahi razıyım, tallahi razıyım.” dedi. Nefs-i Radıyye; Sen Allah’tan razı olacaksın, O da senden razı olacak. Bu noktaya ulaştıktan sonraki son aşama Nefs-i Kâmiledir. İşte o zaman bahsetmiş olduğumuz âlemlerde tur atmaya başlarsınız. Geçen haftaki dersimizde Hira’dan bahsetmiştik. Vahiy evde de gelebilirdi ancak o dağda geldi. Efendimizin (as) Seyr-ü Sülukü, Hira’dan indiği gün tamamlanmıştı. Hz. İbrahim’in ateşten kurtulduğu gün, Hz. Yunus’un balığın karnından kurtulduğu gün, Hz. Yusuf’un zindandan çıktığı gün bitmişti. Hz. Musa vahiy alabilmek için kırk gece kavminden ayrı kalmıştı. Kırk çıkarmak tasavvufta terbiyedir, Mevlevi’de bu bin bir gündür. Onun için kırk günlüğüne girersin ve kırk gün boyunca oradan çıkmazsın. Kırk kelimesi Ebcedde çile demektir. “Adamı çileden çıkardın” demek; kırk gün çıkmamaya atıftır.
Seyrin dört aşaması vardır. Seyr İlallah, Seyr Fillah, Seyr Maallah ve Seyr Anillah. Seyr İlallah’da; dini eğitim devam ediyor (nefis terbiyesi vb.). Seyr Fillah ’ta; o aşamadayken hissedilenden bahseden bir cümle vardır ve der ki “Hiçbir şey anlaşılmıyor, anlaşılmadık hiçbir şey kalmıyor”. Bu şu demektir; Allah’ın zatıyla ilgili sır devam ediyor, hiçbir şey anlaşılmıyor. Allah hâlâ meçhul ama Allah’ın dışında anlamadığı hiçbir şey kalmıyor. Merak ettiğin her şeyi öğreniyorsun ama Allah’la sır devam ediyor o yüzden yürüyüş de devam ediyor. Biz buna Seyr-ü Süluk diyoruz.
Efendimiz (as) bir gün şöyle buyurmuştur; Hz. Ömer Peygamberimizi
rahatsız bir yerde uyurken görüyor ve “Ya Resulallah biz çok zengin bir
topluluk değiliz ama Allah’ın Resulünü rahat ettirecek bir yatak yaptıramayacak
kadar da fakir değiliz. Size bir yatak yapsak, Allah’ın bunun hesabını bize sormasından
çekiniyoruz.” Bunun üzerine Peygamberimiz;” Ben uzunca bir yoldan gelen bir ağacın altında beş dakika dinlendikten
sonra yoluna devam edecek biriyim. Sizin dünyanız benim o beş dakikalık
dinlenme yerimdir.” buyurdu. Bize şu ipucunu da bildirir;” Sizin dünyanızda üç şey bana sevdirildi: Birincisi: İki gözümün nuru
namaz.-bu öbür âlemlerde namaz yok demektir.- İkincisi: Kadın -Erkeklik ve dişilik öbür âlemlerde yok demektir.-
Üçüncüsü: Güzel koku. – Efendimiz (as) güzel kokar, güzel kokuları
sever.- O yüzden Efendimiz (as) on sekiz bin âlemin Efendisidir. Kur’an-ı Kerîm
sadece bize değil bütün âlemlere verdikleri sözü hatırlatmak için gönderilmiş
bir kitaptır.
إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ (Tekvir81/27) (O (Kur’an) âlemler için zikirden başka bir şey değildir.)
Böylece Fâtiha’nın
birinci ayetinin tefsirini dilimiz döndüğünce yapmış bulunuyoruz.